Feeds:
Yazılar
Yorumlar

Archive for Eylül 2009

Antakya-Halep Gezisi

19-22 Eylül 2009 tarihleri arasında Antakya-Halep Gezisi

Cafetur tarafından organize edilen Antakya-Halep gezisinde önce Adana’ya ulaştık. Adana’da kafilemiz ve rehberimiz (Cenkhan Altay) ile buluşup midibüs aracımıza bindik. Adana’da araç içinde bir şehir turu attık. Bu tur esnasında araç içinden Türkiye’nin en büyük camii olan Hacı Sabancı Camii’ni, kiliseden dönme Yağ Camii’ni ve Seyhan nehri kenarındaki parkları gördük. Sonrasında Antakya’ya doğru yola koyulduk. Gayet güzel bir otoyoldan Antakya’ya olan 190 km’yi kat etmemiz, duraklamalarla birlikte yaklaşık 3 saatimizi aldı. Antakya’ya ulaştıktan sonra 3 gece kalacağımız Dedeman oteline yerleştik. Kısa bir dinlenme sonrasında Sveyka restoran’da öğle yemeğimizi yedik. Öğle yemeğinde Halep kebabı, Kağıt kebabı, Sac orugu, maklube, roka salatası, humus vb gibi bu yöreye özgü yemek ve mezeleri tatma imkanımız oldu.  Antakya sokaklarıYemek sonrasında Habibi Neccar Camii’ni ziyarete gittik. Camii, Habibi Neccar adlı bir Hıristiyan adına yapılmış. Yasin suresinde bu kişinin isim belirtilmeksizin iman etme hadisesinden bahsedildiğini rehberimizden öğreniyoruz. Hatay’daki camilerde minareler Osmanlı minarelerinden farklı olarak daha kalın ve alıştığımız şerefe görüntüsünden ziyade minarenin bir terası varmış gibi bir görüntüsü mevcut. (Halep’teki rehberimizin ifadesine göre Eyyubi minareleri dört köşe, Memluk minareleri silindirik, Osmanlı minareleri silindirik ve tepesi kalem gibi olması ile tanınıyormuş.) Antakya’nın eski dar sokaklarında bir gezinti esnasında Gaziler derneği olarak kullanılan bir Hatay evinde onbeş dakika geçiriyoruz. Bana ilginç gelen detaylar, evin mutfak ve kilerinin kuzeye diğer odalarının güneye bakması ve pencere üstündeki küçük pencereciklerin kuşların girebilmesi için camı içeride olacak şekilde tasarlanması. Genel olarak Osmanlı kültüründen bildiğimiz sadaka taşı burada da mevcut. Antakya’da uzun çarşı’nın gezilmesi de adettenmiş. Bu çarşı için rehberimizin verdiği bir saati sokak gezerek geçirmek bize daha anlamlı geldi. Çarşı maalesef kirli ve hediyelik nitelikte herhangi bir şey satılmıyor.  

Bayramın ilk gününe denk gelen gezimizin ikinci gününde Samandağı ilçesindeki antik kenti görmeye gidiyoruz. Burada Titus tüneli ve Beşikli mezar olarak anılan bir mezarlık mevcut. Titus tüneline  yağmurdan dolayı giremiyoruz. Öğle yemeğini burada bir balık lokantasında yapıp, şelaleleri ile anılan Harbiye beldesine hareket ediyoruz. Samandağı’ndan Harbiye’ye giderken Musa Dağı adlı dağda Vakıflı adlı bir Ermeni köyünü ziyaret ediyoruz. Vakıflı Köyü'nden görünümKöyün nüfusu 130. Köy bu nüfus yapısına ve göç vermesine rağmen son derece temiz ve düzenli. (Ermeni soykırımı tezini destekleyen “Musa Dağı’nda 40 gün“eserindeki Musa Dağı’nın bu da olduğunu da öğrenmiş oluyorum.)

Bu arada elektrik borusundan yaptığım neylere orijinal bir ney eklemek arzusu ile eşimle birlikte sağda solda namını duyduğumuz Hatay kamışlarından bulmaya çalışıyoruz. Lakin kalın kamış bulmakta  zorlanıyoruz. Samandağı’nda bulduğumuz bir kamış satıcısı bir kamışa 50 TL isteyince inadım tutuyor ve kamışı almıyorum.

Harbiye bölgesi her ne kadar şelale bölgesi olarak anılsa da gürül gürül akan bir şelaleden ziyade suni olarak üretilmiş bir park ile karşılaşıyorsunuz yani bir miktar hayal kırıklığı. Plastik sandalyeli çay bahçeleri ve beton her yeri kuşatmış durumda. Burada bize verilen bir saat içinde bölgeyi şöyle bir dolaşıp, bir demlik çay sipariş ediyoruz. Çay ben ve eşim gibi tiryakileri tatmin edecek bir çay değil. Burada çay bahçelerinin üstünü ve kenarını çevirmede kamış kullanıldığını görünce etrafa biraz daha dikkatli bakmaya başladım, gözüme ilişen koparılmış bir kamışı alıp çay bahçesinden temin ettiğim bıçak ile ikiye böldüm. Bu sayede, kamış için 50 TL isteyen satıcıdan intikam aldığımı düşünerek epey bi rahatladım.  

Gezimizin üçüncü gününde Halep’e gitmek üzere sabah 6’da yola koyulduk. Ekibimiz son derece dakik. Halep Antakya’dan yaklaşık 100 km mesafede. Yaklaşık yolun tam ortasında Cilvegözü sınır kapısından geçiyoruz. Burada iki ülkenin sınır birimleri arasında birkaç km’lik bir tampon bölgeden geçiliyor. Bu arada belirtelim, hafta için Erdoğan-Esad görüşmesi ile karara bağlanan vizenin kalkmasından ilk yararlananlardan oluyoruz. Şoförümüzün anlattığına göre bu bölge eskiden Türk sınırları içinde kaldığı halde Türkiye sınırı birkaç km içeri çekmeyi kabul etmiş ve şimdi de bu tampon bölgenin güvenliğini Türk askeri sağlıyor. Bu arada şoförümüz Antakyalı Nihat Kaptan Arap kökenli bir vatandaşımız. Rehber olmadığı zaman hem sohbeti hem de verdiği bilgilerle rehberi aratmıyor. Bunu da şöyle bir diyalog ile teyit edelim. Haleb’e şoförümüzün anlatımı ile ilerlerken ekibimizden bir bayan soruyor,

-”Gerçek rehberimiz ne zaman gelecek”,

Kaptan cevap veriyor.

-“Gerçek rehber derken?”

-“Yani orijinal rehber”,

-Ne yani biz yan sanayi miyiz?

Bu cevap sonrasında midibüsten kahkahalar yükseliyor.

Halep, benim gezide heyecan ile beklediğim kısım, hem Halep’teki Osmanlı izlerini görme arzusu ile hem de satıcı ve garsonlar ile Arapça parçalayabileceğim düşüncesi ile sabırsızlanıyorum. Bunun için Arapça konuşma kılavuzu bile aldım yanıma. Halep’te rehberimiz Madlen Hanım bize katılıyor. Kendisinin bu bölgede yaşayan bir Ermeni olduğunu öğreniyoruz.[Kaptanımızın ifadesi ile bu bölgede en iyi Türkçe’yi Ermeniler biliyor.] Ana okulu öğretmenliği yapıyor, aylık ücreti 200 dolar. Asgari ücret Suriye’de 100$. Mazotun litresi 70 kuruş civarında. Sosyalist devlet,halkın gıda maddeleri alımını destekliyor. Dolayısı ile Türkiye’den 2,5 TL ye buraya satılan şekeri devlet yaklaşık 4’te bir fiyatına halka dağıtıyor. Tabii bunu fark eden uyanıklar bir gelir kapısı haline getirmeyi ihmal etmemişler. Devlet halka yıllık 200 litre kadar akaryakıt desteği sağlıyor. 1 Türk Lirası 34 suri (Suriye para birimi) ediyor. Çalışma saatleri oldukça rahat, devlet daireleri 9:00 da açılıp 15:00 de kapanıyor. Genelde de halk geç kalkıp geç yatıyor. Ülkede tek parti (Baas Partisi) olduğu düşüncesi de tam bir safsata, ülkede muhalefet partileri de pekala var lakin bunlar da Esad ailesinin poster ve resimleri ile propaganda yapıyorlar! fakat o kadar kusur kadı kızında da olur.[Bunlar yan sanayi(!) rehberimizin verdiği bilgiler]Halep Kalesinden Haleb-i Şehba

Madlen Hanım’ın eşliğinde koşar adım (Rehberimiz çok hızlı yürüyüp ekibi toparlamadığı için grupta kazan kaldırma girişimleri son anda engelleniyor) Halep kalesini geziyoruz. Kale mevcut hali ile Nurettin Zengi tarafından yaptırılmış. Kalenin etrafında oldukça geniş hendekler bulunuyor. Kaleden Halep’in sarımsı ve nerdeyse tamamı taş olan manzarasını görebiliyoruz. Her ne kadar ağaç olmamasının  verdiği bir rahatsızlık var ise de en azından beton yerine taş görmek de güzel diye düşünüyoruz. Halep’te (bayram olmasından kaynaklanıyor olsa gerek) çocukların çılgınca koşuşturduklarını ve birbirlerine tabanca ile plastik mermi attıklarını görüyoruz. Hatta bu konuda işin kurdu olanlar bizim gibi turist kafilelerinin arasına karışıp kendilerine siper olarak kullanmayı da tercih edebiliyorlar. Kale sonrasında Halep’in kapalı çarşısına uğruyoruz. Mısır çarşısı veya Kapalı Çarşıya çok benzeyen bu çarşıdan bir hatıra alalım düşüncesi ile post satan bir dükkandan Arapça İngilizce ve Türkçe karşımı bir dil ile ve Türk Lirası ödeyerek tavşan postu bir halı alıyoruz. Bu arada 80 TL’den başlayan fiyat kanlı bir pazarlık ile 45 TL ye kadar iniyor. Ayrıca satıcı “siz Türk arkadaş, biz Amerikalıya bunu 100$’a satıyor” şeklinde bir komplimanı ile bizi şad ediyor. Halep’te hem Türk Lirası hem Türkçe belli konularda işinizi görmenizde faydalı oluyor. (Gidişte fazla suri almanız durumunda, dönüşte “napıcam bunları” diye hayıflanıp, üçü beşi hesaplamadan zararına bozdurmanız muhtemeldir.)

Öğle yemeği için Beit Weikl adlı lokantaya gidiyoruz. Gayet güzel bir ortamda humus, salata, kızarmış tavuk ve patates, etli pilav yiyoruz. Garsonlara epey Arapça parçalamış olmamın (neyse ki rehber ve kaptan haricinde başka Arapça bilen yok) verdiği gururla lokantayı terk ediyoruz. Aziziye semtinde –ki sakinleri genelde gayri müslim- bir gezinti yaptıktan sonra Zekeriya Camii’ne gidiyoruz. Camii’nin avlusunda ayakkabı çıkarılması bizim alışık olmadığımız bir adet. Zekeriya Aleyhisselam’ın kabri camii’nin içinde metfun. Ziyaretimizi tamamlayıp çıkıyoruz. Şehrin içinde Adliye camii ve Bimarsitan’ın (Akıl hastanesi) bayram dolayısı ile kapalı olmasından dolayı içlerine giremiyoruz. Rehberimizin bizden ayrılması ile Yan Sanayii rehberimiz eşliğinde Cilvegözü’nün yolunu tutuyoruz. Burada bir free shop duraklaması sonrasında otele varıyoruz.Cilvegözünden 

Kaptanımız anlatıyor, Suriyeliler bizdeki Lazlar gibi Humus’lular ile ilgili fıkralar anlatıyorlar. Bir gün bir Humuslu, beyaz eşya bayiine gidiyor ve “bu buzdolabı kaça?” diye soruyor satıcıya satıcı “kardeşim biz Humusluya buzdolabı satmıyoruz” deyip gönderiyor Humuslu’yu. Humuslu hemen vazgeçecek gibi değil, gidip traş oluyor ve tekrar geliyor, buzdolabı fiyatını soruyor fakat satıcı yine tereddüt etmeden “kardeşim dedik ya bizde humusluya mal yok diye” şeklinde azarlıyor. Humuslu tekrar bir kılık kıyafet düzeni yapıp tekrar gidiyor bayiye ve soruyor “Fiyatı nedir bu buzdolabının?”, satıcı iyice bunalmış cevaplıyor “kardeşim biz Humusluya bir şey satmıyoruz, zaten kaçtır sorduğun da buzdolabı değil çamaşır makinesi!”

Turumuzun son gününe Antakya’da mağaraya oyma St Pierre (Aziz Petrus) kilisesini ziyaret ederek başlıyoruz. Katolik Kilisesi ve Mozaik müzesini gezerek Antakya turumuzu tamamlıyoruz. Yemek sonrasında Adana yoluna koyuluyoruz. Yolda Payas’ta Sokullu Mehmet Paşa’nın Mimar Sinan’a yaptırdığı kervansaraya giriyoruz. Kale, camii, kervansaray yan yana. Camii avlusunda biraz soluklanıp İssos’a uğruyoruz. Burada bir su kemeri mevcut. Rehberimiz Büyük İskender’in bölgenin hükümdarı ile yaptığı iki savaştan sözediyor. Adana’ya akşam ulaşabiliyoruz. Seyhan nehri ve baraj gölü kenarında bir tur sonrasında Adana Havalimanına ulaşarak turu tamamlıyoruz. Belirtelim, Seyhan barajı kenarında tüm Adanalılar dondurma niyetine “Bici bici” adını verdikleri nişastalı yiyeceği tüketiyor, görüntü bize çok cazip gelmediği için tatmamayı tercih ettik, umarım önemli bir şey kaçırmamışızdır.

 Antakya hakkında genel değerlendirmem şöyle: şehir meydan haricinde oldukça bakımsız ve pis. Şehre tepelik bir yerden bakan temiz ve koruluk bir kafeterya olmaması büyük bir eksiklik. Gördüğüm kilise ve Camilerin buraya özgü herhangi bir özelliğine rastlamadım. Asi dizisi şehir halkında ve ziyaretçilerde şehrin fazla abartılmasına sebep olmuş. Şehirde bir bölge hakkında bilgi istediğinizde en popüler cevap “Asi dizisinde falanca sahnenin çekildiği yer…”şeklinde. Haleb’e gelince ağaç konusundaki eksikliğine rağmen şehirdeki binalarında taştan yapılması görsel olarak Haleb’i çok daha sıcak kılıyor. Şehir genel olarak düzenli ve temiz. Halep kalesine karşı bakan çay bahçelerinden birinde oturup Arap müziği eşliğinde çay içmeyi –bizim alışık olduğumuz çay lezzetinde olmasa da- tavsiye ederim.

Read Full Post »

İstanbul’da Sel

Bence sorulması gereken soru şu: Bugün 9 Eylül’deki seli bir daha yaşasak yerel yönetimler aynı şekilde mı davranır? Cevabın “hayır” olacağı aşikar. Buradan yola çıkarak şu yargıda bulunabiliriz. Türkiye’de felaketin yaşandığı yerlerdeki yöneticilerin hiçbiri geçirdikleri bu sınavdan yeterince uzak görüşlü ve vizyon sahibi olduklarını teyit ederek çıkamamışlardır.

Read Full Post »

Ermeni Açılımı

Azerbeycan ile ilişkileri germediği sürece hükumetin Ermenistan ile giriştiği her türlü görüşmeyi destekliyorum. Ayrıca ülkeler arasında imzalanan protokolde Türkiye’nin sınırlarının tanınması ve tarih komisyonunun onaylanması gibi iki önemli adım olduğu düşüncesindeyim. Ermeni ve Kürt sorunları kökleri 19.yya dayanan ve Sevr’deki yeralış biçimleri itibarı ile Türk toplumunun hassas olduğu sorunlar. Bu sorunları artık konuşarak çözmek yolunda bir insiyatif sergilememizi olumlu değerlendiriyorum. Bu konunun tarafı olmayıp bu sorunları Türkiye ile pazarlık ve görüşmelerinde sıkça gündeme getirmeyi tercih eden ülkelerin ellerindeki kozları almak gibi çok önemli bir avantajı olacaktır.

Read Full Post »